PSİKOLOJİK KATILIK

8. BİLİŞSEL KAYNAŞMA “FÜZYON” (COGNITIVE FUSION)

FÜZYON, “KAYNAŞMAK, BİRLEŞMEK” ANLAMINDA KULLANILIR.

Ayran yapmak için su, yoğurt ve tuza ihtiyaç duyarız. Bu üçlünün karışımından yeni bir karışım oluşur. Bir kere karıştıkları zaman tekrardan su, yoğurt ve tuza ayrıştırmak çok zordur. Hepsi eriyip karışır iç içe geçer ve yepyeni bir yapı oluşturur. Artık hepsi eriyip karışmış ve iç içe geçmiştir. Adı da artık, “AYRAN” olmuştur.

Düşüncelerimiz ile birleştiğimiz zamanda biz, biz olmaktan çıkarak düşüncelerimizin etkisi altına giren bir kişi haline dönüşürüz. “Kim düşünce?”, “Kim ben?” bu karışır. Düşünceler, hatıralar vb. (olumlu ya da olumsuz algılanan her türlü içsel deneyimler ile) gibi zihinsel içeriğe güçlü olarak inanılırsa veya kelimenin dediği anlam olarak algılanırsa bu bir kaynaşma örneği olarak kabul edilir. Kelime, cümle ve düşünce ile kaynaşmak demek, dünyayı taktığınız gözlüğün camı ne renkse o şekilde algılamanız demektir. Gözünüzde sarı bir gözlük var ama siz gözünüzde gözlük olduğunu fark etmiyorsanız, bu dünyayı ne renk olarak algılarsınız? İşte “bilişsel kaynaşma ya da füzyon” da bu demektir. Gözlüğün camını düşünce olarak düşünürseniz, o düşünce size ne diyorsa, dünyayı da o düşüncenin dediği şekilde görürsünüz. Gözlüğün camının rengi “yetersizsin, sıkıcısın”, “Gelecekte hiçbir şey değişmeyecek,” vb. olursa da dünyayı bu düşüncelerin rengi ile algılamaya başlarsınız. Bilişsel kaynaşma, özünde bize dil ile ilgili sorunlardan birini gösterir. Bu nedenle “RFT” (İlişkisel Çerçeveleme Kuramı) çok önem arz etmektedir.

9. DENEYİMSEL KAÇINMA (EXPERIMENTAL AVOIDENCE)

Deneyimsel kontrol adıyla da anılan deneyimsel kaçınma, içsel deneyimlerin (örneğin düşünceler, duygular, algılar, hisler, belirtiler ya da hatıralar) sıklığını ya da duyarlılık durumunun formunu değiştirme ya da kontrol etme girişiminin bir sonucudur ve davranışlar üzerinde zararlı etkileri olabilir.

İnsanoğlunun acıdan kaçma çabası, içsel acı yaratan deneyimlerden kaçma davranışına dönüştüğünde kişi anlamlı hayatını yaşamayı da kaçırmış olur. Kaygıları kontrol altına alma çabası, onları düşünme aşamasını da içinde barındırır ve bu da kaygının kendisini doğurur. Sonuçta içsel deneyimlerden kaçınma çabamız, onların ebediyen bizim olması anlamına gelmektedir. Bu konuyu çok daha detaylı olarak kitabın ilerleyen bölümlerinde yeniden işleyeceğiz.

10. ANDA KALAMAMA (KAVRAMSALLAŞTIRILMIŞ GEÇMİŞ VE GELECEK HAKİMİYETİ)

İNSAN ZİHNİ BİZLERİ ACIDAN KORUMAK VE YAŞAMDA TUTABİLMEK İÇİN GEÇMİŞTE YAŞADIĞIMIZ TECRÜBELERDEN ÇIKARIMLAR YAPARAK GELECEK İLE İLGİLİ TAHMİNLERDE BULUNUR.

Zihnimize göre şimdiki âna odaklanmak demek yaşamla bağdaşmama anlamına gelmektedir. Bir otobanda karşıdan karşıya geçerken elinizdeki telefon ile ânın tadını çıkarmaya çalıştığınızda sizce neler olur?

Geçmiş ve gelecek düşüncesi, şimdiki anda yaşanan deneyimlere hakimiyet kurar. Bu nedenle dikkatin an ve çevre arasında değişebiliyor olması ve bunu yönlendirebilme becerisi, öğrenilebilen bir durumdur. İnsanın yaşamış olduğu en ufak acılar bile içinde bulunulan an ile kurulacak ilişkinin ve bağlantının önünü keser. Şimdiki anla yeterli bağlantı kurulamayınca da davranışlar, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak programlanmış düşünceler tarafından yönlendirilen tepkileri ortaya çıkarır. Bu durum da, geçmişte aynı davranış karşısında oluşan sonucun yeniden yaşanmasına neden olur. Aynı stratejileri otomatik olarak uygulayan ve sonrasında da değişimin olmadığından yakınan kişiler haline dönüşürüz. Çünkü bu şekilde, otomatik pilotta davranıyor olmamız yeni davranışlarla gelecek yeni ihtimallerin önünü kesmiş olur.

11. KAVRAMSALLAŞTIRILMIŞ BENLİK

“Zihin” adını verdiğimiz; sözlü ilişkiler koleksiyonu, problem çözmek için evrimleşmiştir. Bir kişiye şu soruyu sorduğumuzda bize verdiği cevap kavramsallaşmış benliğin en güzel ve en doğru yanıtıdır, “Sen kimsin?”… “Ben terapistim, öğretmenim, utangacım, takıntılıyım, agorafobiğim vb.” Burada “Ben”, anlatılan tüm içeriklerin çıkarılmasından sonra kalan lokasyondur (Konum/Mevki/Yer).

“Ben bir agorafobiğim,” diyoruz, “Korkuyorum,” demiyoruz. Hikâyeyi yaşayan değil de sanki o hikâyenin kendisi oluveriyoruz. İnsan varlığının esnek ve kompleks yapısının yerine kendi yarattığımız bir kurguyu koyuyoruz; Bir anda zihnimiz tarafından (Korkak, utangaç, zayıf vb.) tanısı konmuş kategoriye ait bir kişi oluyoruz.

BİZ GEÇMİŞİMİZ DEĞİLİZ. BİZLER SADECE YAŞADIKLARIMIZI VE YAŞAMAYA DA DEVAM ETTİKLERİMİZİ DENEYİMLEYENİZ.

Bu nedenle kişisel geçmişimiz, çözülmesi gereken bir “sorun” değildir. Deneyimlerimiz de çözülmesi gereken problemler değildir. Geçmişimiz elbette bilinmelidir. Deneyimlerimiz deneyimlenmiş ve deneyimlenmeye de devam edilmektedir. Esas önemli olan nokta, bu yaşadıklarımız ve yaşamaya devam ettiklerimiz ile birlikte varmak istediğimiz noktadan, geçmişe şöyle bir baktığımızda nasıl bir “ben” görmek istediğimizdir. Böyle bakamadığımızda kavramsallaşmış benliğimiz bizi içine alır ve bir odanın içine hapseder. Bunun kaçınılmaz sonucu da, esnek olmayan davranış kalıpları sergilemektir. Bu konuyu ikinci ciltte daha detaylı olarak anlatacağım.

12. DEĞERLERİN AÇIK OLMAMASI

Canınızın bir şey yemek istediğini, ama bunun ne olduğunu adlandıramadığınızı düşünün. Sadece sezi aşamasında kalıyorsunuz. Fark edemiyorsunuz. Dolayısıyla deneme yanılma ile bulmaya çalışırsınız. Ama bir de şimdi ne yemek istediğinizi bildiğinizi hayal edin. Bu durumda hem “keyif” hem de “zaman” sizin olacaktır.

Canınız bir yere gitmek istiyor, ama nereye gitmek istediğinizi tam olarak adlandıramıyorsunuz. Dağ mı? Deniz kenarı mı? Yalnız mı? Yoksa birileri ile birlikte mi? Değerler, hayatı seçilmiş ve anlamlı bir şekilde yaşamamızı sağlar; onlar yaşamlarımızı istediğimiz yola götürecek “pusulalar” gibidirler. Nereye gitmek istediğimizi bilirsek, yönümüzü de oraya doğru çeviririz. Oraya ulaşana kadar bu yolda çekilecek zorluklar da o zaman katlanılabilir hâle gelir. Ama maalesef bizler sonuca odaklanmaktansa arada yaşayacağımız süreçleri hedef alırız. En acısı ise bunları değer zannetmemizdir. Halbuki bu süreç, değerlere ulaşmak için verilen bedellerdir. Yani hedefler ve bedeller, değerlerin önüne geçer. “Acı çekmemek, haklı olmak, utanmamak, vb.” Bu tür bir bakış açısını benimseyen kişiler içinse, bir bedel vardır. O da “layık olduğun, seni sen yapan hayattan mahrum” olarak yaşamak. Bu kişilerin hep kullandıkları söz ise “Neden hep benim başıma geliyor?” olur.

ÇÜNKÜ; “NEREYE VARMAK İSTEDİĞİNİ BİLMEDEN SEZİLERİNE GÖRE İLERLİYORSUN. O ZAMAN DA SEZİLERİN SENİ HEP AYNI YERE GÖTÜRECEKTİR”.

Bugün meslek seçerken bile şehirlere, okulun güzelliğine, yakın olup olmamasına, kolaylığına odaklanıyoruz. Burada belki de ortalama otuz yılımızın geçeceği ve haftanın beş günü içinde bulunacağımız bir etkinlikten bahsediyoruz. Meslek bir hedef ama o meslek ile nasıl bir insan olmak seni şimdi, mutlu ve huzurlu kılıyor? Bu soruya verdiğiniz yanıt ise, işte o çok ama çok değerli kelimeyi bize getiriyor. Yani “Değerlerimize”.

Özellikle kaotik aile ortamlarında büyümüş, geçmiş yaşamları hayal kırıklıkları geçmiş insanlar, değerler çerçevesinde gelecek planları yapmaktan kaçınabilirler. Bunun nedeni ise daha fazla kayıp yaşamak ve acı çekmek istememeleridir. Onlar hiçbir zaman sağlam bir zemine oturtulmuş, değer kapsamlı bir gelecek kuramayabilir ya da maalesef acıları değerlerini bastırır. İki durumda da değerleri belirleme düşüncesi onlar için çok zayıf bir ihtimaldir.

13. İŞLEVSİZ DAVRANIŞLAR (EYLEMSİZLİK, DÜRTÜSELLİK, ZORLUKTAN KAÇINMA)

“BAŞARI VE GELİŞİM” DEĞERİMİZE ULAŞMAK İSTERKEN, BU SÜREÇTE YAŞAYABİLECEĞİMİZ KAYGIYA ODAKLANMAMIZ, BİR ANDA BİZİ, GİRECEĞİMİZ SINAV YA DA YAPACAĞIMIZ KONUŞMADAN KAÇIRIR.

Bu duruma örnek olarak, “Sevecen destekleyici bir ebeveyn olma” değerine sahip bir kişinin, panik yaşamamak için çocuğunun çok istediği sinemaya gidememesi de verilebilir.

“İyi hissetmek”, “doğru olmak” ve “kavramsallaştırılmış benlik” doğrultusunda yapılan kısa vadeli hedefler, daha baskın bir hâle gelerek hayatta uzun vadede hedeflenen niteliklerin (örneğin; değerler) ikinci plana düşmesine neden olur.